Anit
New member
Bir Hikâye Paylaşmak İstiyorum, Forumdaşlar...
Selam dostlar,
Bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Öyle kuru bir bilgi değil bu; duygularla yoğrulmuş, ezgilerle taşınmış bir hikâye… Hepimizin bir yerinde yankısı olan, Elazığ’ın kalbinden kopup gelen o türküye dair: Çayda Çıra. Hani şu kandillerin suya yansıdığı, kadınların zarif adımlarla gecenin karanlığına ışık serptiği o büyülü gelenek var ya… İşte onun makamı, sadece bir müzik terimi değil; bir gönül hâlidir aslında.
Ama önce, size bir hikâye anlatmak istiyorum.
---
Bir Şehrin Kalbinde Başlayan Hikâye
Elazığ’ın serin bir akşamında, Harput’un yamaçlarından esen rüzgârın arasında iki insan yürüyordu: Ali ve Zeynep.
Ali, her zamanki gibi düşünceli, sessizdi. Zihninde stratejiler, planlar, çözüm arayışları vardı. Zeynep ise yüreğini konuşuyordu; kelimeleri değil, hisleri ön plandaydı.
— “Ali,” dedi Zeynep, “hiç düşündün mü, Çayda Çıra neden bu kadar hüzünlüdür?”
Ali durdu, uzaklara baktı.
— “Hüzün değil o, Zeynep. Ahenk. İnsan, geçmişle bugünü birleştirince böyle bir denge bulur.”
Zeynep gülümsedi, “Sen hep öyle söylersin, ama ben duyduğumda içim titriyor. O kadınların elindeki çıralar sanki dualar gibi… Her biri bir dilek, bir özlem, bir kayıp.”
O akşam, Elazığ’ın göğü yıldızlarla doluydu. Harput’tan aşağıya inen o ince yollar, sanki ezginin notaları gibi şehri sarıyordu. Ali’nin aklıysa makamdaydı: Hüseyni.
---
Hüseyni: Hüzünle Umudu Aynı Anda Taşıyan Makam
Çayda Çıra’nın makamı Hüseynidir.
Bu makam, duyguların en saf, en derin hâlidir. Hüseyni’de hüzün vardır, ama karanlık değildir. Umutla yan yana duran bir hüznün adıdır. Sanki bir annenin duası, bir sevgilinin vedası, bir şehrin sessiz duası gibidir.
Ali bunu bilirdi. Ama Zeynep, makamın sadece notalarla değil, kalple hissedildiğini söylerdi.
— “Ali, sen makamı anlatıyorsun, ben hikâyeyi hissediyorum,” dedi.
— “Hikâye olmadan makamın anlamı olmaz ki,” diye karşılık verdi Ali.
— “Ama bazen fazla düşünüyorsun. Çözüm ararken duyguyu kaçırıyorsun.”
İşte orada, iki dünya birbirine karıştı: Erkek aklının çözüm arayışı, kadın kalbinin sezgisiyle birleşti. Ve belki de Çayda Çıra’nın sırrı tam da buydu. Kadınların ellerinde çıralar, erkeklerin ise içlerinde yanık ezgiler taşımasıydı.
---
Bir Geleneğin Yankısı
Rivayete göre, yıllar yıllar önce Elazığ’da genç bir kız evleneceği gece Çayda Çıra törenine katılmış. Ellerinde çıralar, suda yansıyan ışıklar, dualar, türküler… O an gelinin gözyaşıyla karışan ışık, Harput’un taşına, suyuna sinmiş. İşte o günden beri her yıl, kadınlar ellerine çıralar alıp yürür; erkeklerse sazlarını alır, Hüseyni makamında “Çayda Çıra”yı söyler.
Zeynep o gece bu hikâyeyi anlatırken, sesi titriyordu.
Ali, onun gözlerine baktı.
— “Demek o yüzden bu kadar etkileyici,” dedi.
— “Evet,” dedi Zeynep. “Çünkü bu türküde bir kadının duası, bir erkeğin sabrı, bir toplumun sessiz sevgisi var.”
---
Erkeklerin Akıl Yolculuğu, Kadınların Kalp İzleri
Ali, mühendislik yapan bir adamdı. Hayatındaki her şeyi ölçer, biçer, hesap ederdi. Zeynep ise psikologtu; hislerin labirentinde gezmeyi severdi.
Bir gün Ali, “Ben bu makamın neden Hüseyni olduğunu anlamaya çalıştım,” dedi. “Matematiksel bir düzen var. Sanki insanın kalbiyle zekâsı arasında bir köprü kuruyor.”
Zeynep ise başını salladı: “Senin için denge bir denklem, benim için bir hikâye.”
İşte Çayda Çıra da böyleydi.
Bir yanda stratejik bir uyum, diğer yanda empatik bir bağ.
Bir yanda erkeklerin akıl dolu arayışı, diğer yanda kadınların hissedişle ördüğü bir gelenek.
---
Çıraların Işığında Buluşan Ruhlar
Gecenin sonunda, Zeynep çıralardan birini yakıp suya bıraktı.
Ali yanına geldi, elini omzuna koydu.
— “Ne dilek tuttun?” diye sordu.
— “Bir gün senin çözüm aramaktan vazgeçip hissetmeni.”
Ali sustu. Suyun üstünde yüzen ışıklar, Hüseyni makamının en yumuşak notasına dönüştü sanki. O an anladı: Bazı şeyler çözülmezdi; sadece yaşanırdı.
---
Forumdaşlara Bir Söz…
Belki siz de o türküde kendinizden bir parça buldunuz.
Belki bir vedayı, belki bir kavuşmayı, belki bir iç çekişi hatırladınız.
Ama unutmayın; Çayda Çıra’nın makamı Hüseyni’dir, çünkü o makamda hem ayrılığın sızısı hem kavuşmanın duası vardır.
Hüseyni, insana der ki: “Hüzünle yaşa ama umudunu kaybetme.”
Tıpkı Ali’nin sonunda anladığı gibi, tıpkı Zeynep’in baştan beri hissettiği gibi…
---
Siz Ne Hissediyorsunuz Forumdaşlar?
Sizce, Çayda Çıra dinlerken ne hissediyorsunuz?
Bir hatıra mı canlanıyor, bir özlem mi büyüyor içinizde?
Yoksa belki siz de Ali gibi düşüncelere dalıyor, Zeynep gibi kalbinizin sesini mi dinliyorsunuz?
Yazın lütfen,
Paylaşın kendi Çayda Çıra’nızı…
Belki sizin hikâyeniz de bir başkasının kalbinde yankılanır.
Selam dostlar,
Bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Öyle kuru bir bilgi değil bu; duygularla yoğrulmuş, ezgilerle taşınmış bir hikâye… Hepimizin bir yerinde yankısı olan, Elazığ’ın kalbinden kopup gelen o türküye dair: Çayda Çıra. Hani şu kandillerin suya yansıdığı, kadınların zarif adımlarla gecenin karanlığına ışık serptiği o büyülü gelenek var ya… İşte onun makamı, sadece bir müzik terimi değil; bir gönül hâlidir aslında.
Ama önce, size bir hikâye anlatmak istiyorum.
---
Bir Şehrin Kalbinde Başlayan Hikâye
Elazığ’ın serin bir akşamında, Harput’un yamaçlarından esen rüzgârın arasında iki insan yürüyordu: Ali ve Zeynep.
Ali, her zamanki gibi düşünceli, sessizdi. Zihninde stratejiler, planlar, çözüm arayışları vardı. Zeynep ise yüreğini konuşuyordu; kelimeleri değil, hisleri ön plandaydı.
— “Ali,” dedi Zeynep, “hiç düşündün mü, Çayda Çıra neden bu kadar hüzünlüdür?”
Ali durdu, uzaklara baktı.
— “Hüzün değil o, Zeynep. Ahenk. İnsan, geçmişle bugünü birleştirince böyle bir denge bulur.”
Zeynep gülümsedi, “Sen hep öyle söylersin, ama ben duyduğumda içim titriyor. O kadınların elindeki çıralar sanki dualar gibi… Her biri bir dilek, bir özlem, bir kayıp.”
O akşam, Elazığ’ın göğü yıldızlarla doluydu. Harput’tan aşağıya inen o ince yollar, sanki ezginin notaları gibi şehri sarıyordu. Ali’nin aklıysa makamdaydı: Hüseyni.
---
Hüseyni: Hüzünle Umudu Aynı Anda Taşıyan Makam
Çayda Çıra’nın makamı Hüseynidir.
Bu makam, duyguların en saf, en derin hâlidir. Hüseyni’de hüzün vardır, ama karanlık değildir. Umutla yan yana duran bir hüznün adıdır. Sanki bir annenin duası, bir sevgilinin vedası, bir şehrin sessiz duası gibidir.
Ali bunu bilirdi. Ama Zeynep, makamın sadece notalarla değil, kalple hissedildiğini söylerdi.
— “Ali, sen makamı anlatıyorsun, ben hikâyeyi hissediyorum,” dedi.
— “Hikâye olmadan makamın anlamı olmaz ki,” diye karşılık verdi Ali.
— “Ama bazen fazla düşünüyorsun. Çözüm ararken duyguyu kaçırıyorsun.”
İşte orada, iki dünya birbirine karıştı: Erkek aklının çözüm arayışı, kadın kalbinin sezgisiyle birleşti. Ve belki de Çayda Çıra’nın sırrı tam da buydu. Kadınların ellerinde çıralar, erkeklerin ise içlerinde yanık ezgiler taşımasıydı.
---
Bir Geleneğin Yankısı
Rivayete göre, yıllar yıllar önce Elazığ’da genç bir kız evleneceği gece Çayda Çıra törenine katılmış. Ellerinde çıralar, suda yansıyan ışıklar, dualar, türküler… O an gelinin gözyaşıyla karışan ışık, Harput’un taşına, suyuna sinmiş. İşte o günden beri her yıl, kadınlar ellerine çıralar alıp yürür; erkeklerse sazlarını alır, Hüseyni makamında “Çayda Çıra”yı söyler.
Zeynep o gece bu hikâyeyi anlatırken, sesi titriyordu.
Ali, onun gözlerine baktı.
— “Demek o yüzden bu kadar etkileyici,” dedi.
— “Evet,” dedi Zeynep. “Çünkü bu türküde bir kadının duası, bir erkeğin sabrı, bir toplumun sessiz sevgisi var.”
---
Erkeklerin Akıl Yolculuğu, Kadınların Kalp İzleri
Ali, mühendislik yapan bir adamdı. Hayatındaki her şeyi ölçer, biçer, hesap ederdi. Zeynep ise psikologtu; hislerin labirentinde gezmeyi severdi.
Bir gün Ali, “Ben bu makamın neden Hüseyni olduğunu anlamaya çalıştım,” dedi. “Matematiksel bir düzen var. Sanki insanın kalbiyle zekâsı arasında bir köprü kuruyor.”
Zeynep ise başını salladı: “Senin için denge bir denklem, benim için bir hikâye.”
İşte Çayda Çıra da böyleydi.
Bir yanda stratejik bir uyum, diğer yanda empatik bir bağ.
Bir yanda erkeklerin akıl dolu arayışı, diğer yanda kadınların hissedişle ördüğü bir gelenek.
---
Çıraların Işığında Buluşan Ruhlar
Gecenin sonunda, Zeynep çıralardan birini yakıp suya bıraktı.
Ali yanına geldi, elini omzuna koydu.
— “Ne dilek tuttun?” diye sordu.
— “Bir gün senin çözüm aramaktan vazgeçip hissetmeni.”
Ali sustu. Suyun üstünde yüzen ışıklar, Hüseyni makamının en yumuşak notasına dönüştü sanki. O an anladı: Bazı şeyler çözülmezdi; sadece yaşanırdı.
---
Forumdaşlara Bir Söz…
Belki siz de o türküde kendinizden bir parça buldunuz.
Belki bir vedayı, belki bir kavuşmayı, belki bir iç çekişi hatırladınız.
Ama unutmayın; Çayda Çıra’nın makamı Hüseyni’dir, çünkü o makamda hem ayrılığın sızısı hem kavuşmanın duası vardır.
Hüseyni, insana der ki: “Hüzünle yaşa ama umudunu kaybetme.”
Tıpkı Ali’nin sonunda anladığı gibi, tıpkı Zeynep’in baştan beri hissettiği gibi…
---
Siz Ne Hissediyorsunuz Forumdaşlar?
Sizce, Çayda Çıra dinlerken ne hissediyorsunuz?
Bir hatıra mı canlanıyor, bir özlem mi büyüyor içinizde?
Yoksa belki siz de Ali gibi düşüncelere dalıyor, Zeynep gibi kalbinizin sesini mi dinliyorsunuz?
Yazın lütfen,
Paylaşın kendi Çayda Çıra’nızı…
Belki sizin hikâyeniz de bir başkasının kalbinde yankılanır.